15 Ekim 2010

Su hakkında okuduğum..

Suların en yumuşağı nehir suyu olup, şiddetli kayaların ve taşların üzerinde akanı en makbuldür.
Boruda bekleyen suyu değil akan suyu içmek şifalıdır.
Suyun yemeklerden 2-3 saat sonra veya önce içilmesi yararlıdır.
İştahı olmayanlar, sıcak kanlılar yemek sonuna doğru yudum yudum su içebilir.
Su; aç karnına, terliyken, cima ettikten, hamamdan çıktın sonra ve meyve üzerine içilmemelidir.
Bilhassa soğuk su içmek zararlıdır.
Suyu, çocuğun meme emmesi gibi emerek üç nefeste içmeli, her nefeste 3 yudumdan çok içilmemelidir.
Suya ayakta içmek hatalı ve tehlikelidir.
Suyu severek, isteyerek içersek kozmik boyutu değişir. kozmik su olur.
Bütün meyveler hamur işleri tek başına yenilmeli, yemeklerle beraber asla yenmemeli, yemeklerden önce veya sonra yenmelidir.
Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Maranki

Yukarıdaki metni okuduğumda özellikle ayakta içmek tehlikelidir kısmı ve suyun kozmik boyutu kavramına takıldım. Önce ilki; nasıl bir tehlikeden bahsediyoruz?  İki işi aynı anda yapamayanlar... Siz hiç denemeyin o zaman...
Günümüzün süslü kelimelerinden biri: Kozmik! Sanki uzayda koloni kurduk da beni arkada unutmuşlar gibi hissediyorum. Bu kelimeyi duyunca...
Kozmik boyut kavramını son zamanlarda daha fazla duymaya başladık. Su aslında canlıymış, iyileştirme gücüne sahipmiş gibi açılımlarını da okuduk. Kozmik detoks olayına hiç girmiyorum; içinde lavman da var... Doğal yaşamak güzel ama zorla bedene böyle bir işkence yapmak bana çok uzak! Sağlıklı olabildikten sonra 10 yaş daha yaşlı olayım da böyle kendime zulmetmeyeyim...
En azından suyun iyi bir sakinleştirici olduğunu söyleyebilirim. Yüzmek, duş almak, kana kana su içmek. Hepsi çok işe yarıyor....
Bir taraftan da suyun tükenme ihtimali beni korkutuyor. Zaten dünyada temiz suya erişemeyen milyonlar var. Onları da düşünerek daha dikkatli kullanalım derim.
 Sususuzluğu sudan başka hiçbir şey gidermiyor. Değerini bilin, için doya doya...

29 Eylül 2010

"Vodafone | Çevir Kızı Yanmasın" ve Coca-Cola Zero ile Lamborghini Kazanmaya Hazır Mısın?


Bugün Vodafone'un dijital kampanyasını gördüm. Aklıma hemen  "Coca-Cola Zero ile Lamborghini Kazanmaya Hazır Mısın? " kampanyası geldi. Bu tür reklamlarda gerçek insanlar ve flash uygulamarının dengeli kombinasyonu kullanılıyor. Coca-cola'nın kampanyasında Lamborghini yıkıyorsunuz... Oyun bitince Zero'nun kapağındaki şifreyi girip çekilişe katılıyorsunuz. Bence kampanya doğru planlanmış ve marka değerini yükseltiyordu. Bu nedenle de başarılı bulmuştum.

Peki ya Vodafone'un kampanyası??

Genel olarak yukarıda gördüğünüz insanları maşa ile çevirip çevirip duruyorsunuz. Amaç bronzlaşmaları ama yanmamaları..
Peki hedef ne? Mesaj ne?
Bu kampanya Vodafone'un marka değerini yükseltiyor mu? - Bence hayır..
Kurumsal kimliğini yansıtıyor mu?  - Bilemiyorum, inşallah yansıtmıyordur. Bende güzel bir imaj yaratmadı çünkü.
Bir süre sonra TV programlarında bu kampanyanın yetkililerini göreceğiz, uzun uzun ne kadar başarılı olduklarını tık sayısı ve sosyal medyada ne kadar yer aldıklarını anlatacaklar.
Benim etrafımdakilerden edindiğim izlenim; tıklanma nedeni Vodafone'un kampanya hedefinin anlaşılamaması, post edilme nedeni oyunun özellikle erkekler için eğlenceli ve kısa olması... 
Benim anlamadığım ulvi bir amaç var ise biri bana söylesin..Hemen ilgili açıklamayı yayınlarım..

28 Eylül 2010

Ve üçüncü adım: servisler...

Digiturk sadece bir örnek, arabayı servise verdiğinizde, devamlı eğitimden geçen kalifiye elemanların, sanayideki çırak ilişkisiyle öğrenmiş biri kadar bile bilgi sahibi olmadıklarını gördüğünüzde ne düşünüyorsunuz?

Ben önce kızıyorum, sonra eğitimleri için dökülen onca paraya acıyorum. Servislerin amacı artık sizin arabanıza bakım yapmak, tamir etmek değil. Önce üretim bandında yönergeleri okumayanların hatalarını servislere gelen araçlar üzerinde gizlice düzeltmek. Ayrıca bir şekilde oraya gelenlere ek masraf çıkartabilmek. En kolay yolu polen filtresi, yağ filtresi ve balata değiştirtmek. Bunların hiçbiri olmazsa rot balans ayarına geçiyorlar. Bu yüzden ürün eğtimi yerine müşteri ilişkileri, satış teknikleri vs. eğitimlerine ağırlık veriliyor.

Biraz birşey bilip sorgularsanız, "yolda kalırsanız bilemem " ,"bir de eşinize sorun" gibi tehditkar bir cümle ile karşılaşıyorsunuz. Çünkü kadınların araba kullanma hakları olmadığı için servise götürdükleri arabalardan da anlama şansları yoktur. Farklı markalarda araba kullandım, birkaç servis dolaştım,durum hep aynı. Peugeot marka arabam varken Üsküdar'daki Açı otomotiv'e götürdüm. Bakım yapılacak, görevli bana lüzumsuz birçok şey değiştireceğini söyledi. Ben gerek olmadığını söyleyince, "aaa telefonu varmış burada, neyse eşinize soralım" diyerek yüzüme kapattı! Buraya dikkatinizi çekmek istiyorum; Arabanın sahibi benim, ruhsatı benim üzerime ve ben kullanıyorum, terbiyesizliğe bak! Tabii 1 saat içinde önce arabamı oradan aldım sonra gerekli yerlere söylemem gerekenleri söyledim. İşin komiği o kadar bilgisizdi ki parça değişimi için alakasız nedenler sıralıyordu.
İsofix bağlantısı olmayan çocuk koltuğuna isofix bağlantı paketi satmalar, değiştirdiğini söylediği parçaları değiştirmemeler, 50 TL'lik malzeme için 70 TL işçilik ücreti istemeler daha neler neler... (Bu başka bir serviste oldu)

Okumamama, öğrenememe, işini önemsememe sorunlarımızı çözsek ne güzel olurdu...

Ve iki: Ürünü tanımayan servisler...

Kritik bir soru daha sorayım, ürünün montajına gelenler neden ürün hakkında bilgi sahibi değillerdir?

2003 yılından beri Digiturk üyesiyim, info alanındaki kaydırma çubuğunun hangi tuşlarla kullanıldığını montaja gelen 2 ayrı servise (taşındığım için 2 kez montaj yapıldı) , arıza için gelen 2 servise ve aklıma geldikçe Digiturk tabelası olan yerlere sordum. Hiçbiri bilmiyormuş! Ben kullanma kılavuzunu okudum, orada da yok. Son çağre tüm tuş kombinasyonlarını deneyince buldum. Kimse bilmediğine göre sanırım bu çok gizli bir bilgi! :) İsteyene 2 ayrı kumandada nasıl yapıldığını anlatabilirim. :)

20 Eylül 2010

Üç adımda sorunlar: Kullanma kılavuzları

Kullanma kılavuzu neden yazılır?
  • Bir ürünü daha rahat kullanabilmek için.
  • Ürünün fonksiyonlarını daha doğru ve pratik kullanabilmek için.
  • Kullanıcı hatalarını engellemek için vb...
Peki neden aldığımız ürünün kullanma kılavuzu ilk günkü gibi poşetinde durur ama satan firmanın çağrı merkezleri hatalı kullanımdan zarar gören ürünlere destek vermek için meşguldür? İki nedeni var; birincisi okumama hastalığımız burada da iş başında, buna bağlı olarak ikincisi, firmalar zaten okunmadıklarını bildikleri için şeklen kılavuza benzer içinde olması gereken hiçbir bilginin olmadığı fotokopi kağıtlara kılavuz diyorlar. Okusanız da bir işe yaramıyor. Yurt dışından gelen ürünlerin kılavuzlarıyla, türkçe kısımlarını karşılaştırırsanız, hangisi daha açıklayıcı?
"Ne kadar zor olabilir ki? Canım bunun için kılavuza mı bakılır" diyenleri, özellikle IKEA marka ürünlerin montajına davet ediyorum! Kılavuza bakmadan doğru yapmanız şansa kalmış. IKEA çılgınlığı bize yönerge takip etmeyi, kılavuz okumayı öğretecek. Bir de kılavuz hazırlayanlara örnek olsa....

15 Ağustos 2010

SSM'DE ÇOCUKLAR İÇİN İSTANBUL OKULU,2010 Avrupa Kültür Başkenti:İstanbul

2010 çerçevesinde birçok etkinlik yapılıyor. İstanbul'da olmamıza rağmen ya son anda duyuyoruz ya da zaten beklediğimiz etkinliğin afişinde bir adet İstanbul 2010 logosu görünce anlıyoruz.


İstanbul dışında oturanlar Kültür başkenti etkinlikerini nasıl takip edebilirler? Haberleri oluyor mu bilemiyorum. Bu kadar tanıtım bütçesi olan ve internet mecrasını bu kadar az kullanan az bulunur.

Kurumların kendi tanıtım, broşür vs. tasarımları Ajansın hazırladıklarından kat kat etkili ve güzel.Örneğin İstanbul bu kadar renkli ve canlıyken, bulunmaz görsel şölen sunarken, neden puslu İstanbul siluetinden ayıraç yaptırılır ya da kahverengi A5 defter?? İnsan kendi kendine sormadan edemiyor doğrusu....

Yetişkin etkinliklerinin yanında az sayıda çocuk etkinlikleri de var. En azından biz blog yazarları olarak, onları duyurmalarına yardımcı olalım. Benim rastladığım güzel bir etkinliğin kurumdan gelen tam metni ile yazıyorum.
Bence bu fırsat kaçmaz ..

İstanbul’un 8000 yıllık tarihi çocukların elinde canlanıyor.


Sakıp Sabancı Müzesi Efsane İstanbul Sergisi ile 2010 Avrupa Kültür Başkenti projelerinin en önemlilerinden birini gerçekleştirirken çocukları da unutmadı. Yaşadıkları şehri sevip koruma bilinci geliştirmelerinin, onu çok iyi tanımalarından geçtiğine inanan müze; çocukları çok eğlenceli ve yaratıcı bir tanıma sürecine davet ediyor. Tarihöncesinden Osmanlı’ya kadar her dönemin İstanbul’u, üç boyutlu çalışmalar ve bezeme etkinlikleri ile hayat buluyor. Tarihöncesinin mağaraları, Bizans’ın mozaiklerle kaplı kiliseleri, Osmanlı’nın çini bezeli camileri çocukların hayal gücü ile birleşerek görülmemiş bir İstanbul’u yaratıyor.

Çocuklar İstanbul’un taşını, toprağını, gökyüzünü ve denizini altına dönüştürüyor.

Etkinlik başlıkları: İstanbul’un Toprağındaki Efsaneler (Her Perşembe)
İstanbul’un Denizindeki Efsaneler (Her Cuma)
İstanbul’un Gökyüzündeki Efsaneler (Her Cumartesi)
İstanbul’un Tılsımları (Her Pazar)

Hangi günler: Ağustos ve Eylül aylarında her Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar
5, 6, 7, 8, 12, 13, 14, 15, 19, 20, 21, 22, 26, 27, 28, 29 Ağustos
2, 3, 4, 5, 16, 17, 18, 19, 23, 24, 25, 26, 30 Eylül


Hangi saatler: 1. Grup 10.30 – 13.30
2. Grup 14.30 – 17.30
Hangi yaşlar: 2005 – 1996 yılları arasında doğan çocuklar
Ücret: Ücretsiz!
Nasıl kayıt olunur: 0535 629 91 01 numaralı telefonumuzdan ya da info@sozdanismanlik.com adresimizden bize ulaşabilirsiniz.

05 Ağustos 2010

Dadılık ve Sibel Arna polemiği

15 haziranda Anne ve Bebişi'nin Sibel Arna üzerine Dadı ne Ayol yazısını okudum. Bahsettiği konuda düşündükçe o kadar sinirlendim ki bir süre bekleyip sakinleşmeye çalıştım, olmadı, o zaman yazayım dedim... Öncelikle bu konuyu ele aldığı için ve bu kadar güzel ve akıcı yazdığı için çok teşekkür ediyorum. Yazıyı yukarıdaki linkten okuyabilirsiniz.
Özetle; Sibel Hn. 9 aylık bebeği ile tatile çıkar, dadısını kölesi zanneder, insan yerine koymaz ve isim de vererek aşağılar...
Sinirleriniz sağlamsa yazıyı buradan okuyabilirsiniz. Kendisini entellektüel zanneden insanlık vasfını unutanlar arada bir böyle Hata(!) yaparak gerçek dünyalarını yansıtıyorlar. Bu yazı onun ayıbıdır, hatta özür niteliğinde ikinci bir yazı ile durumu kurtarmaya çalışmış, başaramamıştır. Ekşi sözlükte onlarca entry sahibi olmuş, hatta tepkiler büyüdükçe Twitter hasabını bile kapatmak zorunda kalmıştır.
Sibel Hn.'ın çocuklu tatil ile yanlız tatil arasındaki farkı anlayabilmiş olmasını umut ediyorum  çünkü annelik her alanda iki kişilik bir hayat yaşamanızı gerektirir. Artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacak. Tatil şekiliniz bile değişiyor, eskisi gibi miskin miskin hamakta kitap okuyamıyorsunuz mesela.. Daha hareketli ve çocuğunuzla bol bol oyun oynadığınız, güzel ve eğlenceli zamanlar geçiriyorsunuz. Sibel Hn. Herhalde yatıp saatlerce güneşlenebileceğini zannetmiş herhalde, çocuğuyla ilgilenen ailelerin böyle boş vakti olamadığını artık fark etmiştir herhalde.
İkinci bir konu ise dadısının insan olduğunu fark edememesi... Bu konuya fazla girmek istemiyorum. Dünya görüşü ve insana saygı kişilik problemidir. Sadece, "çevresindekilere yazık ..." demek istiyorum.

Bebekle tatil kolay değil, biz 2 aylıkken ve 10 aylıkken 2 tatil yaptık. İkincisinde bebekle arabada tek başıma yolculuk yapamayacağım için, teyzemiz de bizimle geldi. Annesi kendisini ziyarete geldiği için, ona da değişiklik olsun diye annesi, teyzemiz, ben, oğlum annemin yazlığına gittik. Günün çoğunda oğlumla ben ilgilendim. Annesi istediği gibi tatilini yaptı. Teyzemiz benim uyuduğum ya da yüzdüğüm anlarda oğlum uyanıksa oyaladı, sıra ile yemek yedik o kadar. Hepimiz birlikte tek bir aile gibi tatil yaptık. Doğrusunu böyle zannediyorum, en küçük bir rahatsızlık da duymadım. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.

Meğer Sibel Hn.'a göre ne kadar safmışız... Tatilden dönüp yazıyı okuyunca belki de bu yüzden çok sinirlendim ve tepki gösterdim. Doğru düşünebilmek için bir süre anlık sinirimin geçmesini bekledim..

Benim anlayamadığım nokta, söz konusu gazetede onca insan çalışırken hiç kimse uyarmadı mı? Kimsenin dikkatini çekmedi mi? Nasıl yayınlanmasına izin verdiler? Böyle seviyesiz bir yazıya nasıl onay aldı? Dadı kamuoyu önünde aşağılanıyor, haberi bile yok, nerede onun kişilik hakları? Koskoca gazete bu kadar bariz bir hak ihlaline nasıl izin veriyor?
Bu konu ile ilgili bir yorumu Birgün Gazetesi 'nde gördüm. Bu kadar zamandır halen tatmin edici bir cevap bulamadığım gibi , halen "mükemmel anne" edasıyla yazmaya devam ediyor.
Medya bu kadar basit bir etik sorunu kendi içinde çözemeyecek durumda mı?

26 Temmuz 2010

Piknik alanı ön gezi :)

Cumartesi yine evde "klima karşısı" mesaimiz vardı. Öğleden sonra, daha önce önünden geçtiğimiz piknik alanını görmeye gittik. Başıbüyük tarafında, Marmara Eğitim Köyü yolu üzerinde askeri bölgeye yakın piknik alanı ve restoran... Şehir içi ile 4 derece fark ediyor, ağaçlar, hafif serin esinti.. Çam ağaçları altında bebek arabası ile kısa bir yürüyüş ve salıncaklar oğulcuğuma çok iyi geldi. Çay içelim diye oturduğumuz restoran kısmında karışık ızgara yerken bulduk kendimizi. Restoran salaş ve çeşidi az olmasına rağmen etleri lezzetliydi. Özellikle kuzu çok iyi pişmişti, et severlere tavsiye ederim.
Şehir merkezine yakınlığı, sıcak günlerde serinliği ve güzelim çam ağaçları ile hafta sonu küçük kaçamakların alternatifi olabilir.
Oğlum biraz büyüsün, hafif serin bir esinti, piknik, hamak ve güzel bir kitap hayalini kuruyorum.

Yer tarifi yeteneğim pek yoktur, o nedenle Neredeyim->2222  ile yer tarifi aldım;
Maltepe, Başıbüyük, Kuğulu Vezir Yolu, 40 derece 57 dk. 33sn. kuzey,29 derece 10dk. 12sn doğu

23 Temmuz 2010

çocuk eğitiminde ailenin rolleri üzerine ..-1

Çocukların eğitiminin aslında aile ortamında gerçekleştiği, tüm örgün okulların ise sosyalleşme, işbirliği ve yapılandırılmış bilgi aktarımı konusunda etkin olduğunu düşünüyorum. Çocuğun doğuştan meraklı ve bilgiye aç olduğu için , ailenin görevi ise çocuğunu doğru tanıyıp ona göre eğitim ortamı hazırlaması ve tüm süreçte paydaşların ve ortamın uygunluğunu kontrol etmesi gerekiyor. Çocuğun ilgi ve becerilerini değerlendirip ona göre doğru yönlendirmek gerçekten çok zor iş.. burada iyi gözlemci olmak kadar objektif olmak da gerekiyor. Aileler için en zoru da ikincisi olsa gerek :) Herkes çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek, en iyi okullara göndermek... gibi hedefler için çalışıyor bu sırada çocuğunun en zeki(!), en becerikli olduğunu da düşünüyor. Bu durum için atalarımız "kuzguna yavrusu şahin görünür" diye boşuna dememiş.
Onun için en iyisini ,en güzelini yapmaya çalışırken acaba gerçek yeteneklerini görmüyor, toplumun yönlendirdiği statü savaşında, hırslarımızla zarar veriyor olabilir miyiz? Sınav ve statü sağlayan etkinlikler koşuşturmasında gerçekten istediklerine ve mutlu olabildeceği uğraşlara yönlendirmiyor olabilir miyiz?
Gerçekte hedeflenen onun için en iyisi mi, bizim ona uygun gördüğümüz en iyisi mi?
Objektif olarak bakmayı başardığımızda aileye düşen sorumluluk iyiden iyiye artıyor. Artık çocuğumuzu tanımanın yanında  bir de çocuğumuzun eğitiminde rol oynayanları da izlemek gerekiyor. Bakıcı, ailenin diğer üyeleri, okul, öğretmen.... Liste uzadıkça uzuyor. Burada bir konu da bizim en az onlar kadar çocuk gelişimi ve eğitiminde bilgili ve becerikli olmamızı gerektiriyor. Bizim okumamız, araştırmamız, izlememiz, gözlemlememiz..Çalışan ebevynlerin bir de ev mesaisi demek bu.. Herkesin bu kadar yetkin mi olması gerekiyor?

Burada tüm bu sorular içinde yüzerken şimdiki okuduklarım, gördüklerim ve tecrübelerimle şu sonuca vardım:
  1. Oku, çocuk eğitimi ve gelişimi konusuda bilgilen.
  2. Çocuğunu dinle, onu tanı, objektif değerlendir.
  3. Ona uygun etkinlikler, eğitim ortamları, okul ve öğretmenleri araştır.
  4. Diğer ailelerin deneyimlerini dinle.
  5. Tüm eğitim paydaşlarını izle, çocuğunu ve onun üzerindeki etkilerini gözlemle
  6. Gözlemlerini paydaşlarla paylaş, varsa sorunları beraber gider.
En önemlisi tüm bu süreçte çocuğunu sev ve bunu ona her fırsatta göster :)

Bakalım zaman ve tecrübe bu fikrimi geliştirecek mi yoksa değiştirecek mi?

Beyaz Zambaklar Ülkesinde düşünceye daldım..

Bazen adını daha önce duymadığınız, dikkatinizi çekmeyen bir kitap gözünüze takılır. Çok da istemeden "bir bakalım" diye alırsınız ve sizi şaşırtır... İşte o duyguyu çok seviyorum. 
Bir süredir kitap okuyacak vakit bulmaya zorlanıyordum. İşe giderken servis kullanmaya başlayınca yaklaşık 2 saat okuma süresi kazandım. Gerçi yollar o kadar kötü ki, yolda kitap okuyabilmek için gözlerinizin ve midenizin çok sağlam olması gerekiyor.
İnkılap Kitapevi'nde Grigory S. Petrov 'un Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabına rastladım. Ne yazarın adını duymuştum ne de kitaba daha önce rastlamıştım. Bir çırpıda okudum, keşke daha önce okusaymışım.
Özetle kitap Finlandiya'daki eğitim seferberliği, gerçek aydınların içinde yaşadıkları topluma karşı görevleri, öğretmenlerin azim,dayanışma ve kararlılığının bir milletin gelişmesine katkıları hakkında... Dilinin akıcılığı, kitabı daha okunur kılıyor. Okuduğunuzda sizin de aklınıza eğitimle ilgili sorular takılacaktır.
Örneğin; eğitim seviyesini yükseltebilmek için aydınlara, öğretmenlere düşen görevler nelerdir? Örgün eğitimde yerel ihtiyaçlar da göz önüne alınabilir mi? Zorunlu eğitimden sonra okumaya devam etmek lüks müdür? Değilse niye bazı yörelerde hala okuyamayan insanlar mevcut? Sorun sadece maddi mi?..
Bu konular üzerinde biraz düşündükten sonra bana kitabın savunduğu düşüncelerin çok tanıdık geldiğini keşvettim.
Köy Enstitüleri de kitapta bahsedilen misyona sahipti. Eğitmenlerin öğrencilerin olduğu yerlere, köylerine gelip, yerel ihtiyaçlara göre eğitim vermesi,öğrencilerin hem bilimden, sanattan anlamaları hem de o bölgeye has üretimin inceliklerini en iyi şekilde iş başında öğrenmeleri değil miydi hedef? Orada yetişenlerin sorumluluk alıp kendi köylerinde eğitim öncüsü olması, okul yapması,okulun ihtiyaçlarını gkarşılayacak kadar o bölgenin mamüllerini üretmesi hedeflenmiyor muydu? İmece ruhu Türk örf ve adetlerinde önemli bir yer tutmuyor muydu?
 Köy Enstitüleri deyince akla ilk önce fikir babası  İsmail Hakkı Tonguç  geliyor. Acaba o da mı aynı kaynaktan faydalandı? Yoksa o dönem bu tür eğitim seferberliği fikrini destekleyen bir akım mı vardı? Yoksa Köy Enstitüleri kendi orijinal fikri miydi? Bu konuyu daha geniş bir zamanda araştırmayı planlıyorum.
Finlandiya'daki eğitim alanındaki bir uygulama ile Türkiye'dekinin mantığının bu kadar benzemesi dikkatimi çekti. Peki şu anda ne durumdayız? Finlandiya ile eğitim alanında kıyaslama yapabilmek için bir ara araştırma yapıp burada bahsetmeyi planlıyorum.

01 Temmuz 2010

Gezinirken gördüm...

Çocuk hikayeleri ararken güzel bir internet kampanyasına rastladım. Kahraman seçiyorsunuz ve hikayenizi yaratıyorsunuz. Ben beğendim doğrusu... Fikir ve uygulamayı çok başarılı buldum. Ayrıca dijital medya'yı da artık doğru anlayıp ayrı bir mecra olarak kullanmaya başladıkları için Danino'yu kutluyorum.
Danone'nin zamanında başına gelen talihsizlik, stratejilerini değiştirip güçlenmelerini sağlamış. Ürünleri için burada yorum yapmayacağım ama zamanın trendlerini iyi anladıkları için ajansını ve Danino markasını kutluyorum.
Merak edenler siteye  Herkesersinmuradina.com 'dan ulaşabilirler...

Cooking House ziyaretim...

Dün akşam Pendik sahilindeydim, Cooking House'a gittim.
Kendimi bir an Bağdat Caddesi'nde bir Cafe'de zannettim. Konsept tasarımı, güleryüzlü hizmeti, işini iyi bilen çalışanlarıyla ortamı çok güzel olmuş. barbekü, kahve ve pizzalarının lezzetini gidip tatmanız lazım. Sunum ise çok başarılıydı. Bu tür Cafe/Restaurant'ların fiyatları genelde yüksek olur ama sağladığı ortam ve lezzeti düşününce fiyatlarının da uygun olduğunu düşünüyorum. Böyle bir restaurant'ı çok popüler bir yer yerine Pendik'te açtıkları için ayrıca çok memnun oldum. Böyle yatırımcılar sayesinde Pendik daha da güzel bir sahil ilçesi olacak.


Meraklısına;


Cooking House
Doğu Mah. Ankara Caddesi No.114 Pendik / İstanbul
Tel. 0216 491 41 70

30 Haziran 2010

Sanal ortamlarda gerçek kimlikler

Facebook'un bir hata sonucu (!) tüm profil bilgilerini açması ve insanların profilde kritik kişisel bilgilerini rahatça tutmaları hakkında düşünüyordum. Kişisel bilgi'den kastım ilgili kanunda geçen tanımdaki kişisel verilerdir. Yani bir ya da birkaçının birleşmesiyle tek bir kişiyi tanımlamaya yeterli bilgiler... Neden kritik? Çünkü bizi tanımlı, ulaşılabilir hatta iznimiz dışında kullanılabilir yapıyor. Kanun da bu nedenle kişisel verilerin güvenliğini korumaya çalışıyor. Peki biz kendi güvenliğimizi bu hassasiyetle koruyor muyuz? Bizim için de kanunda bahsedildiği kadar hassas bir konu mu? Kişiden kişiye değişiyor. Ama özellikle 90 öncesi ve sonrası doğanların bu konudaki hassasiyetlerinde ciddi farklar olduğunu görüyor, okuyorum. 90 sonrası sanal ortamları kendi güncel hayatları olarak gördüğü için gerçek kimliklerini ve tüm bilgilerini paylaşıyor. Bir önceki nesil ise daha ihtiyatlı ama bir taraftan da bu sosyal ortamlara katılım çabasında arada kalıyor. Henüz sosyal sitelerden edinilen bilgilerin kötüye kullanımı ile karşılaşmadık ama çok yakında o da olacak. bakın IK uzmanları özellikle Facebook ve Twitter'ı izliyor. Müstakbel çalışanlar, halihazırda çalışanların neleri beğendikleri, yaptıkları yrumları izliyor, kişiyi ona göre değerlendiriyorlar. Bu daha da yaygınlaşacak. biz iş görüşmesine gittiğimizde tüm profil bilgilerimiz ( katıldığımız gruplar, tartışmalarımız, özel fotoğraf ve yorumlarımız...) bilinir olacak.